Kalktım gittim ilim meclisine, ilim irfan geride kalmış, ille edep ille edep!

Archive for the ‘kelâm’ Category

KADER VE KADERCİLİK

Kadercilik anlayışı günümüzde çok farklı boyutlara gelmiştir hatta farklı boyutlara gelmeden ziyade ezelden beri kader kavramı Müslümanların zihninde problem teşkil etmiş kelamcılar dahi buna birtürlü açıklık getirememişler ve Müslümanlar daha ilerisini irdelemek caiz değildir kanısıyla yüzeysel olarak nedenini, sebebini bilmeden inanmış ve böylece süregelmiştir. İnsanların kaderi daha henüz doğmadan yazılır peki küfür ehli olmamızdan niçin sorumlu oluruz bu kaderi bize Allah Teala yazmamışmıdır veya Salih birkişi olmamız bizim hangi ayrıcalığımızdandır ki Allah Teala bize bu kaderi yazmıştır mademki bunların hepsi kaderdir ozaman yaptıklarımızın hiç birinden mesul olmamamız gerekmiyormu evet öyle gerekiyor ama mesuluz demekki kader kavramının anlaşılmasında bir sıkıntı var Allah Teala herkesin kaderini nasıl belirliyor neye göre çizdiğini Kur’an-ı Kerimde bakın nasıl anlatmış bir örnek çerçevesinde anlatmaya çalışalım. Diğer alanlarda olduğu gibi hidayet ve delalet konusunda da Allah merkezli bir anlatım şekli kullanılmış ve hidayete ermek ve delalete saplanmak hususunda neredeyse insan iradesinin yok sayıldığı izlenimi uyandıracak bir yapı tercih edilmiştir. Nitekim aşağıdaki ayetler buna işaret etmektedir.

“Allah dilediğini saptırır dilediğini de doğru yola iletir”[1]

“…. Ve Allah kimi saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.”[2]

“…Allah kimi saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur; Her kimide hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur.”[3]

Bu ayetlere lafzi açıdan bakıldığı zaman hidayet ve delaletin Allah tarafından verildiği, insanın ise hidayet ve delalet konusunda herhangibir katkısının olmadığı anlaşılmaktadır. İnsanın sorumluluğunun olmaması ise kur’an’ın ruhuna ve gönderiliş amacına uygun değildir. Zira peygamberlerin ve ilahi kitapların gönderiliş amacı , insana sorumluluğunu hatırlatmak ve hidayet ve delalet konusunda tercih yapmasını istemektir. Bu nedenleinsan hidayete ve delalete sapma konusunda özgürdür. Sonucuna katlanmak üzere isterse hidayeti , isterse delaleti seçebilir.[4]

O halde yukarıda geçen ayetleri insanın sorumluluğunuda göz ardı etmeden , “Allah hidayete ermek isteyeni hidayete erdirir ; delalete sürüklenmek isteyenide saptırır” şeklinde anlamak, Kur’an’ın vermek istediği mesaja daha uygundur. [5] Nitekim bu anlama biçimi aşağıda verilin ayetlerle bir bütünlük arzetmektedir.

“De ki: “Gerçek Rabbinizdendir.” Dileyen inansın, dileyen inkar etsin.”[6]

“Şüphesiz insana yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.”[7]

“Doğrusu bu kur’an’da anlatılanlar birer öğüt, uyarıdır. Dileyen kimse, Rabbine doğru giden bir yol tutar.”[8]

“Veya, “Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum” diyeceği, yahut, azabı gördüğünde: “Keşke benim için dönüş imkanı bulunsa da iyilerden olsam” diyeceği günden sakının. İşte ozaman Allah şu cevabı verecektir. Ey insanoğlu! Evet; ayetlerim sana gelmişti de onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştun.”[9]

Görüldüğü gibi bu ayetler de, hidayet ve delalet konusunda Allah’ı merkez alan ifadelerin aksine insanın sorumluluğunu merkeze alan bir yapıda zikredilmiş iman ve küfür konusunda tercihin insana ait olduğu belirtilmiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kur’an insana kendisini, içinde bulunduğu fizikî, manevî ve gaybî gerçeklik konusunda nasıl davranması, neleri yapması ve nelerden uzak durması gerektiğini söyler. Bunların hepsinin adı Kur’an lisanında hidayettir. Bu hidayet ise, muhatabın kendisini hitaba mazhar olarak kabul etmesiyle meydana gelir. [10]insanın iradesi ve tercihi önemlidir. Dolayısıyla insanın hidayet ve delaletinin Allaha izafe edilerek beyan edilmesi , büyük çapta bir planda bütün bunların Allahın gözetimi altında O’nun onayı ile[11] olduğunun belirtilmesi içindir.[12]Yani Allah tealanın verdiği bağımsız iradesiyle kul iyiliği ister Allah Teala onu onaylar ve iyi olur yine bağımsız iradesi ile kötülüğü ister Allah Teala onu onaylar kötü olur Allah Teala insanlara her şeyden bağımsız özgür isteme iradesi vermiştir ama tabikide her iradenin sonunda istenen iradenin gerçekleşmesi için Allah tealanın onaylaması, tastiklemesi gerekir kul isteğince de Allah Teala onaylar işte bundan dolayı Allah Teala ayetlerde Hidayeti ve Delaleti kendisine izefe ettirmiştir Allah tealanın onayıyla gerçekleştiğini, yürürlüğe girdiğini fakat onun onaylamasınında kulun özgür iradesine bağlı olduğunu açıklamak için…

Böyleliklede kul yaptığı her işten sorumlu tutulur, mesul olur çünkü onlara serbest bir şekilde isteme hakkı verilmiştir kul iyiliği veya kötülüğü istemede özgürdür hiçbir kuvvetten bağımsız olarak kul ister Allah tealada onaylar.

[1] 6. En’am. 39;2. Bakara, 272

[2] 13. Ra’d. 33

[3] 39. Zümer. 36-37

[4] 91.şems.9-10

[5] İsmail Kazdal Kur’an’la birlikte düşünmek,İstanbul,1995.s125.

[6] 18. Kehf 29

[7] 76. İnsan.3

[8] 73. Müzzemmil.19

[9] 39. Zümer.57-59

[10] Tahsin Görgün. “Dil, kavrayış ve Davranış: kur’an’ın vahyedilmesi ve İslam Topliminin Ortaya ÇıkışıArasındaki Alakanın Tahliline Mukaddime Kur’an sempozyu ııı, Ankara.s147.”

[11] Kur’an’da yer alan “ختم, طبع” kelimelerinin kullanımı bu anlamdadır. “45. Casiye. 23- 4. Nisa. 155” ayetlerde örneği vardır. İnsan hidayeti vea delaleti tercih ediyor, Allah Teala da bu tercihi onaylıyor.

[12] Kur’an’ın Anlaşılmasında Dil problemi, Mehmet Murat Karakaya, Marifet yay. İst-2003

İSLAMD’DA KAZA VE KADER GERÇEĞİ

İslamda, Müslümanların inancında hatta imanın şartlarından olan kaza ve kadere inanmak tüm Müslümanların merak ettiği iki kavramdır. Sırasıyla söyleyecek olursak kader ve kazaya inanmaktır çünkü ilk kader yazılır sonrada bu kaderin kazası olur bu kelimenin asıl söylenişininde gadâ olduğunu unutmamak gerekli Türkler dâd harfini ze olarak telafuz edip kaza lafzını oluşturmuşlardır. Gadâ (kaza): hakkında kararlaştırılmış olan bir hükmün içra edilmesidir. (kesinleştirilmesi) ayeti kerimelerde de buyurduğu gibi:
يَا صَاحِبَیِ السِّجْنِ اَمَّا اَحَدُكُمَا فَيَسْقٖى رَبَّهُ خَمْرًا وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَاْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَاْسِهٖ قُضِىَ الْاَمْرُ الَّذٖى فٖيهِ تَسْتَفْتِيَانِ
(Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.) (YÛSUF suresi 41. ayet) (Resmi:12/İniş:53/Alfabetik:110)
Öyleyse kader insanın hayatı boyunca nasıl yaşayacağına dair bir senaryo kaza da vakti, zamanı, ânı gelince bu yazılan senaryonun oynatılarak gerçekleştirilmesidir.
Şimdiye kadar tanıştığım ve gerek, konusu açılarak veya gerek, insanların başından geçeni anlattığını dinleyerek olsun şu gerçeğe şahid oldum. Buna arap Müslümanlarda dahildir. insanlar kader ve kazanın ne olduğunu bilmiyorlar çoğu insan kader ve kazanın inanılması gereken bir şey olduğunu bundan dolayı iman ettiğini düşünüyor evet inanılması gereken bir şey ama bu iki kavram nedir tam olarak neye denir bilmiyor anlatılmış, ki anlatılıyorda idrak edememiş belki anlatanların kendileri de idrak edememişler fakat Müslüman olmanın gereği, bunlara inanmak olmazsa olmaz düşüncesiyle, inandıklarını beyan ederler. Kimiside ne olduğu nasıl olduğu önemli değil inanılması gerekiyorsa inanılacak değip kestirip atarlar hikmetinden sual dahi etmezler. Ah keşke böyle olsa ama öyle değildir herkes Allah tealayı suçlar Allah Teala bize kötü kader yazmış derler nekadar da insan külli iradesiyle bunu kendisi tercih etti desekte insan bunu anlamaz halbuki Allah Teala;
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِمٖينَ
(Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?) (TÎN suresi 8. ayet) (Resmi:95/İniş:28/Alfabetik:105) dir.

Ve kul istemedikce Allah teala kesinlikle kimseye kötü bir kader yazmaz işte buraya gelince idrak duruyor. Bundan sonra açıklamaya başlayalım kader ve kazanın hakikatı neymiş;
Kaderi bir film senaryosu olarak tanımlamıştık. Allah Teala ezelde bir zaman dünyayı halk etmeden önce ezelde yani bilinmeyen çok eski bir zaman, ezel: bilinmeyen çok eski bir zaman demek Allah ezelidir yani başlangıcının nezaman olduğu bilinmeyen yine sadece Allah tealanın ezeli ilmiyle bildiği çok eski bir zaman. Evet Allah Teala ezeli bir zamanda ruhlar alemini yarattı. İnsanlığın başlangıcından yani hazreti Ademden kıyamete kadar gelecek tüm insanoğlunun ruhlarını yarattı tüm ruhları yaratınca onlara bir dünya yaratacağını ve onlarında bu dünyada rol alacağını bildirdi ve aynı izlediğimiz filimlerdeki gibi onlara sordu dünyanın İstanbul taksim bölgesinde beş tane hırsız rolü yirmi tane abid zahid rolü yedi tane içki içen sarhoş ayaş rolü vs gibi alınması gerekiyor bu rolleri kim üstlenir dedi. Her bir rolü üstlenenlerin mükafatlarının sonlarının nasıl olacağınıda belirtti insanlarda kendi külli iradeleriyle hırsızlık rolünü kimi ayyaş kimi abid zahid kimi başka rolleri seçtiler ve te ozamandan vakti geldiğinde kimin hangi rolü alacağını ve rolünün sonu nasıl biteceği nasıl mükafatlandıralacağı insanını kendi külli iradesiyle seçtiği gibi yazılıp çızıldi örnek olarak bir film verelim tarihimizi anlatan diriliş filminden örnek vereceğim siz başka filimleride kıyas edebilirsiniz film yönetmeni ilk önce sorar bu filimde obayı canlandıran bir halk olacak ve içinden biri hain rolünü üstlenecek birisi Süleyman şah rolü birisi tapınakçı rolü vs ve bu rolleri üstlenenlerin de akibeti nasıl olacağınıda söyler filmin senaryosunda(kader) bunlar vardır kim bu rolleri üstlenmek ister. Her bir kimse kendi karekterine uygun rolü kendi iradesiyle üstlenir. Zaten sen şu rolü oynayacaksın diye yönetmenin seçerek oluşturduğu ekiple çekilen filimler başarısız olur. Allah tealada her şeyin en mükemmelini yapar. Bu kişiler normal hayatında çarşıya çıktığında kötü rolü üstlenen insanlara aşırı tepkiler yağar belki bazıları bu kötü rolü üstlendiği için çok pişman olur ama geri dönüşü artık yoktur ve film artık çevrilmeye başlamış, oynamaya başlamış (kaza) tahakkuk etmeye başlamıştır.
İnsan normal hayattada şimdiki aklım olsaydı bu iş yerine değil falan iş yerine girerdim veya şimdiki aklım olsaydı bu kişiyle evlenmezdim çocuk yapmazdım veya daha çok çocuk yapardım gibi şeyler demiyormu fakat başlangıçta kendi iradesiyle seçmemişmi seçmiş işte bütün bunları insan dünyada nasıl bir rol alacağını kendi iradesiyle ruhlar aleminde seçmiştir senaryosu (kaderi) yazılmıştır şimdide vakti geldikçe bu senaryonun çekimi (kaza) olarak bu senaryoda (kader) yazılanlar tahakkuk etmektedir. Artık iş işten geçmiştir insan günümüzde olduğu gibi hayatındaki birçok şeyden memnun değil fakat zamanında bu yaşamının rollerini kendisi iradesiyle seçti ama hatırlamıyoruz hatırlayıp pişman olduğumuz ama dönüşü olmayan okadar çok şey varki ruhlar alemindeki kendi külli irademizle seçtiğimiz, tercih ettiğimiz dünyadaki rolümüzü hatırlasak ne yazar. Peki insan hiç doğduğunu hatırlarmı çok küçüklüğünü belki hatırlar peki bebekliğini, doğduğunu doğarkenki halini, doğduğunda niye ağladığını hatırlamaz niçin çok eski olduğu ve kendisinin de hatırlayamayacak kadar idrak etmesinin olanaksız olduğundandır. Öyleyse ezelde ruhlar aleminde olan bir olayı veya olayları hatırlamamak çok daha normaldir.
Peki şimdi kader değiştirilirmi? Bu konuya değinelim evet değiştirilir tıpkı yine bir film gibi senaryosu (kaderi) yazılan bir film (kaza) henüz çevrilmeden (tahakkuk) etmeden senaryoda değişiklikler yapılabilinir. Fakat bununda bazı şartları vardır tabii. yazılan bir filmin senaryosunu, henüz çevrilmeden çekim başladıktan sonra değiştirmek için olağan üstü bir şey olmalı mesela filimin önemli karekterlerinden birisi öldüyse onun rolünü üstlenecek biride bulunmuyorsa senaryonun bir kısmı uygun bir şekilde değiştirilir. Kaderde böyle olağan üstü şeylerle değiştirilir. Mesela filmin çekiminde maddi olarak çok büyük destek veren birisi senaryodaki bazı rollerin değiştirilmesi gerektiğini aksi takdirde desteğini çekeceğini söylerse filmin çekimi için bu istek uygulanır. Bir insanda başına geleceğinden endişelendiği bazı olaylardan dolayı sadaka verirse ya o, olayı başına gelmeden atlatır yada başına gelmemeden Allah Teala onu kaderden siler çünkü: Ra’d suresinin, 39. ayetinde Allah teala şöyle buyurmuştur:
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ اُمُّ الْكِتَابِ
(Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır. )
Yani buradaki ana kitap senaryonun yazıldığı kitaptır. Ayeti kerimenin de belirttiği gibi Allah Teala, bu kitaptan eğer senaryosu (kaderi) yazılan kişi, isterse dilediğinin yazılmış olan kaderini siler dilediğinin de değiştirir dilediğini de değiştirmeden sabit bırakır şimdiden sonra artık Allah tealanın elindedir. Sadaka dışında kişi büyük bir hayır dua almıştır mesela anne babasından. Allah Teala da o kişinin başına gelecek bir kötü olayı siler çünkü duada Allahım çocuğumu kötülüklerden koru denilmiştir. Veya tam tersine kötü bir dua alınmıştır başına geleceği iyi bir olayla Allah Teala onu değiştirir.
Bazı kelamcılar kader ve kazayı bu şekilde tanımlamaya karşı olup yanlış bulmaktadırlar ve farklı anlatma yollarına başvurup bu açıklama Allah tealanın ilminin eksilip azalmasına delalet ediyor şeklinde açıklamışlardır. Fakat kader ve kaza nasıl ve hangi yöntemlerle açıklanırsa açıklansın kader ve kazanın hakikatı ve onları anlamaya götüren tek, berrak, kestirme, açık ve net yol budur. Dallandırıp budaklandırıp anlatmak doğru bir şey olmayıp insanların idrakını zorlar ve yukarıda belittiğim suçlamalar olur Allah muhafaza netice olarak kader ve kazanın hakikatı budur.
Peygamberlere gelince peygamberler, Allah tealanın seçilmiş kullarıdır. Allah Teala peygamberlerini dilediği kişilerden seçer.
وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذٖينَ اصْطَفٰى
(Selâm onun seçtiği kullarına.) (NEML suresi 59. ayet)
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰهٖيمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَمٖينَ
(Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. ) (ÂLİ IMRÂN suresi 33. ayet)
Tıpkı filimin başrol oyuncularının seçilmiş oyuncular olduğu gibi film yönetmeni çekeceği film için hangi oyuncunun karekteri başrol için daha uygunsa onu başrol olarak seçer peygamberlerde ruhlar aleminde bu peygamberlik görevini kendi iradeleriyle kabul etmişlerdir.

KADER MESELESİ

Kader mevzusunu Allah Teala Âmentü duasında bildirmiştir. İnsanın kaderinin nasıl çizildiğini, kaderine göre nasıl yaşadığını, kaderiyle nasıl birleştiğini burada bildirilmiştir fakat biraz bu kısmın tefsire ihtiyacı vardır. Bizde Âmentü duasının kader mevzusuna kadarki yeri sırasıyla anlamını verdikten sonra konumuzla ilgili olan kısmın tefsirine girişelim.

آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلَئِكَتِهٍ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ اْليَوْمِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى وَ اْلبَعْثُ بَعْدَ اْلمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وُ رَسُولُه

Allah’a inanmak Allah’a inanmakla birlikte onun tüm sıfatlarına: آمَنْتُ بِاللهِ tasarrufatına, gaybiyatına inanmak.

Meleklerine inanmak. Meleklere inanmakla birlikte onların tüm : وَ مَلَئِكَتِهٍ sıfatlarına gaybiyatına inanmak

Kitaplarına inanmak Allah tealanın yeryüzüne dört büyük resul : وَ كُتُبِهِ peygamberlerine indirdiği Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an-ı Kerim’e inanmak .

Resul peygamberlerine inanmak, onların sıfatlarına, mucizelerine,:وَرُسُلِهِ getirdikleri dine, hükümlerine inanmak.

:وَاْليَوْمِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَىَ

Kaderin hayırlısı veşerlisinin Allahtan olduğuna inanmak:                    konumuz olan cümleye geldik. Burada birkaç hüküm var kaderin hayırlısı ve şerlisi kelimesinden yola   çıkarak kader insan annesinin karnında dört aylıkken Allah tealanın emriyle melekler tarafından yazılır ve ölünceye kadar devam eder. Şimdi kaderin hayırlısı veşerlisi nasıl olur demeden önce Allah Teala şer yaratırmı? Sorusunu yönetmek lazım Allah Teala hic şer yaratmaz şimdiye kadarda yaratmamıştır Allah Teala’nın bütün yarattıklarının yaratılış sebebi hayırdır fakat insan yaratılış sebebi hayır olan bu şeyleri şerde kötü şeylerde kullanır ve şer gibi gözükür.

Mesela ateş; akeşin yaratılış sebebi hayırdır ateş  vasıtasıyla geceleri aydınlanırız, kışları ısınırız, üzerinde ekmeğimizi aşımızı pişiririz, ateş vasıtasıyla arabalarda kilometrelerce yolu kısa bir zamanda katederiz yine ateş vasıtasıyla uçakta havada uçarız gibi… yani ateşin yaratılış sebebi hayırdır ama insanoğlu ateşle barut yapıp kardeşinin kafasına sıkıp öldürürse, ateşle ormanları, bağları bahceleri, evleri barkları yakarsa yaratılış sebebi hayır olan bu varlığı şer’e kullandıkları için onu şer gibi gösterir ve insanlar onu şer zannederler. Halbuki Allah Teala hiçbir zaman şer yaratmaz her şeyi hayır olarak yaratır.

Kaderide Allah Teala hayır olarak yaratmıştır ve insanlara annesinin karnında dört aylıkken yazılan kaderde hayır olarak yaratılan kaderden yazılır sonra insan doğmasıyla birlikte insana irade gücü verilir. İnsan bu irade gücüyle tasarruf yapma hakkına sahiptir insan iradesiyle bir tasarrufta bulunmak ister Allah Teala da buna izin verir dolayısıyla insan kendisinin hayır olarak yazılan kaderinin üzerinde tasarruf yapma hakkına sahiptir. İnsanın kendisine bir nimet ve kendisi için hayır olarak verilen gözüyle kendi iradesiyle harama bakar ve ona gözüyle işlediği bu suc sebebiyle günah yazılır veya yine kendisine hayır olarak verilen yeme içme yeteneğiyle insan kendi iradesiyle haram yer icki vs. gibi haram şeyler içer, adam öldürür bir takım suclar dolayısıyla günahlarda bulunur. Sonrada kalkıp bu kişi benim kaderimde bütün bu günahlar varmış Allah Teala kendisinin bana yazdığı bu kaderimdeki günahlar yüzünden beni niçin ahirette sorguya çekiyor diyemez çünkü Allah Teala onun kaderini ateş örneğinde olduğu gibi hayır üzere yaratmıştır. Fakat insan hayır üzere yaratılan kaderini iradesiyle kötüye kullanmış ve kötüye kullanma sonucunda başına gelen kötü sonucları sanki kaderinde yazılmış gibi göstermiştir. Yukarıdaki örnek gibi veya sağlığına zararlı şeyler yeyip, içip mlesela sıgara içmek gibi sonucunda da ağır bir hastalığa tutulmak ayağı kesilmek, sakat kalmak sonrada benim kaderimde böyle olmak varmış demek bütün bunlar Allah teala’ya bir iftira atmaktır çünkü Allah Teala nın sebeb olmadığı kendinin sebeb olduğu sonucu Allah Teala ya  maâl ediyorsun. Tamam her şey Allah Teala nın izniyle olur o, istemese olmaz ama burada yani kulun kendi tasarrufatında kulun isteği ön pilandadır yani kul isteğince Allah Teala da izin verir. İnsanın iradesi vardır kendi iradesiyle tasarruf yapma hakkı kendisine verilmiştir. Allah Teala şeytanı da yaratmıştır şeytanın da yaratılış sebebi hayırdır şeytan ne yapar insanlara musallat olur musallat olunca da onlara vesvese verir ne üzerine kötülük üzerine insanda yine kendisine verilmiş olan iradesiyle onun ves veselerine uyarsa hem hayır olarak yaratılmış doloyısıyla da yazılmış kaderini şerre çevirmiş olur, şer gibi gösterir hemde şeytanın vesveselerine uyarak insanlık derecesini aşağıların aşağısı haline indirmiş olur.

 ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَ  لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖى اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍ

“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.” (TÎN suresi 5-4. ayet)

Halbuki şeytanın vesveselerine uymasa o, vesvese verdikce Allah Teala  nın emrine yönelse yani böylelikle yaratılış sebebi hayır olan şeytanı yine hayıra kullansa idi “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık” ayeti kerimesinin sırrına mashar olur. Insanlık derecesini yükseltir salihlerden olur  ve insanın, şeytanın her  vesvesesinde Allah Teala ya yönelişi  onun insanlık derecesini yükselterek onu abid, zahid, muttaki, mütedeyyin, sadık, iman-ı kamil, insan-ı kamil… gibi derecelere yükseltir. Bütün bunlar şeytanın sayesinde onu asıl yaratılış şekliyle, gayesiyle kullanarak yani yaratılış sebebi hayır olan şeytanı yine hayra kullanarak olur. Böylelikle herşeyi aslı gibi yaratılış sebebi, gayesi ile kullanmış tasarruf etmiş olur. Ne Allah Teala ya iftira atmış olur ne de hayır olarak yaratılmış şeyleri  şer gibi göstermiş olur.

ALLAHU TEÂLA’NIN SIFATLARI

 

Zati Sıfatlar: Vucûd, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalifetün lil havadis, kıyam binefsihi

Subutî Sıfatlar (selbi sıfatlar): Hayat, ilim, semi’, basar, irade, kelâm, tekvin, kudret

Fiili Sıfatlar: ihya, imate, terzik

Haberi Sıfatlar: El, yüz, göz, ayak gibi Allahu Teâla’ya uzuv izafe eden yada gelme, gitme, inme, çıkma gibi hareket izafe eden rahman tahta oturdu dediği gibi mekan izafe eden ayet ve hadisler dir bunlarada haberi sıfatlar denir. Müşterek olan dört sıfat grubu vardır.

   Öğretilen, ezberletilen ve sayılan, manaları idrak edilen veya ettirilen bu sıfatlardır. Başka bir terminolojide söylenirse aslında Allahu TeAlanın iki tip sıfatı vardır. Birincisi münfedit sıfatlar, ikincisi müşterek sıfatlardır. Üç temel kavram vardır. Allah, Alem, İnsan her şey bu üç kavrama döndürülür çünkü bunlar çekirdek kavramlardır. Allahta bir varlık ,Alemde bir varlık, İnsanda bir varlıktır. Üçüde birer varlıktır peki bunlar varlık olarak birbirinden nasıl ayrılır?  kelamın konusu başlangıcda varlıktı denir yani ilk mevcud olan Allahtı  sonra yetmediği görülmüş meçhulde işin içine girmiş bir müddet sonra mechulunde yetersiz olduğu görülünce mağlum diyelim deyip mağlum demişlerdir. En doğrusuda odur. Kelamın konusu en başta mağlumdur. Mağlum en başta ikiye ayrılır mevcûd ve ma’dûm(olmayan) diye mevcûd ikiye ayrılır vacib varlık mümkün varlık diye vacib varlık varlığı zorunlu olan varlık vacibi’l vucûd varlık mümkün varlıkta varlığı yokluğu eşit olan, varlığı için bir başka varlığa ihtiyaç duyan varlıktır.şimdi bu kavramları yerine yerleştirdiğimizde Allah vacib varlıktır. Alem ise mümkün varlıktır yani Allah varlığı zorunlu olan varlıktır Alem ise olması zorunlu olmayan fakat Allah tarafından yaratılan varlıktır. Vacib varlık ile mümkün varlığı birbirinden ayırt etmek gerekir Allahı vacib varlık olarak Alemide mümkün varlık olarak ayırt edip iki ayrı varlık tarzı ortaya konulur bunun yoluda sıfatlardır Allahla ilgili olanlar münferid sıfatlar denilen (vucûd, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetün lil havadis, kıyam binefsihi) sıfatlar Allahın Allah olmasının şartlarıdır. Allahı Allah olarak tanımlayan ve sadece onda olan sıfatlar, onun münferid olduğu sıfatlardır. Bu yüzden onlara münferid sıfatlar denir. Peki Alem bundan nasıl ayırt edilir kelamcıların yattığı uyuduğu gaflette kaldığı yerde burasıdır buna mutezile kelamcılarıda dahildir işin formulün farkında değildirler çünkü Allahın münferid sıfatlarının zıtları alemin sıfatlarıdır yani mümkün varlığın sıfatlarıdır teker teker gidersek; vucûd,  zıttı ademdir. Adem Alemin asli sıfatıdır yokluk, çünkü o, yokluktan yaratılmıştır sonra kıdem gelir Allah tek kadim varlıktır Alem ise hadistir kıdemin zıttıdır sonra beka gelir Allah tek baki varlıktır Alemde fanidir çünkü fena sıfatı Alemin asli sıfatıdır aynı hudus gibi kelamcılar bu sıfatların farkında olsalardı cennet ve cehennem ebedidir demezlerdi çünkü cennet ve cehennemde Alem kadrosu içerisindedir. Onlarında eninde sonunda yok olması gerekir, fani olması, sonlu olması gerekir çünkü fena sıfatı Alemin asli sıfatıdır değiştirilmez tüm kelamcılar, hadisciler felsefeciler Alem kadimmidir hadismidir mevzusuna takılmış onu tartışmış orada boğulmuşlardır. Diığerlerinin ne olduğunun hicbiri farkında değildirler. Bir başkasıda vahdaniyettir teklik yani eşi benzeri naziri olmayan tek birtanedir alem ise eşi benzeri naziri olan yani çokluktur. Kıyam binefsihi Allahın zatının kendi varlığı ile kaim olmasıdır Alem ise kıyam bigayrinefsihi sıfatına sahiptir yani kendisi var olan değil kendisinin var olması için başkasına gerek duyan yani Allaha gerek duyan demektir. Sonra muhalifetün lil havadis sonradan olanlara benzememektir Alemin sıfatı ise muvafakatün lil havadis, müşübehetün lil havadistir sonradan olanların birbirine benzemesidir ozaman Alemi Allahtan ayırıp Alemi nasıl bir varlık olduğunu isbat edileceğinin şifreside bu sıfatların zıttıdır. Diğer sıfatlara gelince müşterek sıfatlardır yani subuti sıfatlar denilen sıfatlar yada fiili sıfatlar veya haberi sıfatlar bunlar Alemde ve insanda var olan sıfatlardır onun için müşterek sıfatlardır Hayat, ilim, semi’, basar, irade, kelâm, tekvin, kudret…vs. bunların hepsi Allahtada var insandada vardır fakat buruda  bir şeye dikkat edilmelidir bu üç grup sıfat Alem ve İnsanda hakikat ifade eder Allaha izafe edildiğinde gaybe atıfla istiaredir, mecazdır Allah dışındaki bir varlıkta bunlar hakikat ifade eder Allah hakkında kullanıldığında istiaredir semantikte buna aktarma denir temsil yoluyla aktarmadır mecazi manasındadır yani hay sıfatına baktığımızda Allahta haydir İnsanda haydır yani İnsanda diridir Allahta diridir. Hay İnsan için kullanıldığında sınırlı 70-80 senelik bir zaman dilimine bağlı  ekmeğe, suya, havaya ihtiyac duyan var olmak için ebeveyn anne ve babaya ihtiyac duyan yaşayabilmek için oksijene ihtiyac duyan bir hayat anlayışıdır bu hakikattır ama Allah hakkında söylenen hay,var olması, canlı olması için bir sebeb illet, ebeveyn, neden veya başka bir sebebe ihtiyac duymadan yada bir oksijene havaya suya, yiyeceğe içeceğe ihtiyac duymadan veyahut 70-80 yıl gibi belirli ,sınırlı bir ömre bağlı kalmadan hay olmasıdır. Ozaman Allah hakkında kullanılmak mecazdir diğer sıfatlarda hay sıfatı gibi aynıdır. Bu sıfatların hepsi ortak sıfatlardır. Bunlarda insan esas alınmıştır insana göre kullanımlar hakikat Allah hakkında kullanımlarda mecaz olmuştur dolayısıyla iki sıfat vrdır münferit sıfatlar Allahı isbat eden uluhiyeti tanımlayan sıfatlardır diğerleride müşterek olan sıfatlardır. Müşterek olan sıfatlarda esas, hakikat olan insan, Allah hakkında kullanımları da mecazdır. Sıfat meselesi işte bukadardır tevhid ayan beyan içinde ortadadır.

Tevhidde budur: Allahın uluhiyetini ayakta tutan, uluhiyeti niteleyen sıfatlarla tevhid etmek Allahın dışındaki tüm varlık kadrosunu alem adı altında toplayıp onun sıfatlarınıda Allahtan ayırmaktır. Bu sıfatları tartışmanın amacı: Allahı aslında tek varlık olarak vacib varlık olarak isbat etmek Alemi ve oradaki herşeyide sadece hâdis varlık olarak değil aynı zamanda o, sıfatların zıtlarıyla da tanımlamaktır. Asıl amac budur ama kelamcılar bu amacın farkında değildirler bu amacın farkında olunmadığının kanıtı olarakta hudûsu Alemi tartıştıktan sonra sonludur  sonradan yaratıldı denen hudûsu isbat edilen bir Alemede fenayı vermek zorunludur yoksa onda beka sıfatı olmaz çünkü Allaha ait olan beka sıfatı onada verilmiş olunur ama cennet ve cehennem ebedidir, bakidir diyenler meselenin farkında değildirler peki ayeti kerimelerde buyrulan “onlar cennette ebedi kalıcıdırlar “A’raf 42,Yunus26, Ra’d 35, Furkan 15, Ankebût 58…” veya onlar ebedi cehennemliktirler “Tövbe 68, Mu’minûn 103, Zuhruf 74” vs. gibi ayetler neyi ifade eder? Bu ayetler şu şekilde açıklanılabilinir:

    Mesela baba oğluna bir ev verir bu ev senin olsun  ebedi içinde yaşa der peki babanın oğluna bu ev temelli senin olsun demesiyle evin ebediyen onun olduğu anlaşılırmı? Bu şekilde anlayana nederler? Zekasından bir zoru olduğu düşünülür bu ibarelerden ebedilik anlamak bir ahmaklıktır ev senin olsun dediğimizde evinde kişininde ebedi olmadığını bilmeyen yoktur yani bu ev durduğu müddetçe sende hayatta olduğun sürece senindir anlamındadır, sen var olduğun sürece demektir. Buradan ebediliği anlamak zor ve imkansızdır kolay anlaşılan ebedi olmadığıdır peki kur’an niçin böyle der baktığımızda bir nüans vardır  bunu anlamak için hem yedinci asır arabını bilmek hemde o, kur’an’ın o, kültüre o, yapıya nasıl uygun  hitap ettiğini bilmek gerekir. Bunları bilmekte Ebu Cehil ,Ebu Bekir olmakla olur. Ebu Bekir Ebu Cehil ne biliyorsa , ne düşünüyorsa , neye sahipse onlara sahip olmak gerekir. Bunu anlamanın alfabeside budur miladi yedinci asırdan sonraki şu Alemin bu Alemin bu mezhebin şu mezhebin bu çağın, o, çağın yorumlarıyla kur’an anlaşılmaz kur’anı anlamanın tek yolu vardır  oda ma kabline göre anlamaktır Kur’andan önceki zamana göre anlamaktır. Kur’andan önceki zamana gelince bu devirde toplum bedevi toplum idi bedevi çoban olarak göçebe yaşar göçebecilik hayvancılığa dayanır hayvancılık hayvan besiciliği de ota muhtactır koyun sürüsünü, deve sürüsünü otlatacaktır. Dolayısıyla hayvanına otlak arar bundan dolayı ona göçebe denir, bedevi denir, çünkü çöl kuraktır ot bulması gerekir ve yerleşik olamaz otlak bir vadiye sürüsü ile gider orada üçgün beşgün veya bir ay kalır ve ot biter, tükenir ve orada kalmanın bir manası olmaz,  yeni otlak aranması gerekir. Dolayısıyla kalkıp başka biryere giderler. Bundan dolayı yeşil alan Arabın kafasında gelip geçici süreli bir alan olarak yer etmiştir hayvanlarındada tecrübe ettikleri odur. Cennetin manasıda yeşillik günlük güneşlik bir yerdir kur’an-ı kerimde orada ebedi kalacaksın diyerek  yani orada yerleşik kalacaksın göçebe hayatın olmayacak yenen ot meyve tükenip yenisini arama derdi olmayacak dolayısıyla yeşil alan Arabın kafasında gelip geçici süreli birgün bitecek olan bir yer olarak idrak edilegeldiğinden  kur’an-ı kerimde de orası öyle bir yerki gelip geçici konar göçer yaşamayacaksın orada ebedi kalacaksın denir. Orada ebedi kalınacak kelimesinden maksat budur aksi taktirde orasının ebedi olduğu  ve oradakinininde ebedi olduğunu anlamak tamamiyle nefsani bir taleptir peki cenneti ne ister?; İnsan baktığı zaman cenneti bedeninin istediğini görür bedende dört gruba ayrılır:

    Yukarıda kafa vardır entellektüel değerler onun altında gönül , kalp his dünyası vardır, onu altında beslenme, onun altındada üreme sistemi vardır bizim cennet cennet diye istediğimiz beslenme ve üreme organlarımızın konforu ve bu konforun ila nihaye devamıdır çünkü beslenme ve üreme sistemi sadece insanlara ait değil hayvanlarda, bitkilerdede vardır ortak bir sistemdir. Cennette ebedi kalmayı vucudun bu dört bölümünden akıl istemez akıl yukarıdaki sistemi ortaya koyar o, münferid sıfatlar dediğimiz sıfatların sadece Allahta var olması Allah dışında bu sıfatların olmaması halık ile mahluk arasındaki en keskin cizgi, duvardır o,duvarı germeye çalışmak ya Allahı küçük düşürmek yada insanın haddini aşmasıdır. Beka Allaha ait bir sıfattır sen cennetin ebediliğini bekasını istemek ile Allahın sıfatına göz dikmiş olursun demektir. Beka sıfatıyla uluhiyeti egale etmeye çalışıyorsun demektir. Bundan dolayı akıl onu istemez o, sıfatlar sadece Allaha ait sıfatlarsa ki öyle alemde olmaması gereken sıfatlardır eğer bunlardan birisini Aleme veriyorsan diğerlerinide alıyorsun demektir ozaman Alem hadis demene gerek yoktur Alem kadimdir dersin sonradan olmadı Allah gibi hep vardı dersin veya beka, Allahta bakidir Alemde baki olacak cennet cehennem Alemide baki olacak dersin bu şekilde bütün sıfatlarıda bölüştürerek Alemin kendi sıfatlarını reddedip  Allahın münferid sıfatlarına uyarlarsın, oyüzden akıl dışıdır. Ya o, sıfatları kabul edeceksin o, sıfatların gerektirdiğine teslim olacaksın, veya birinde perhizi bozunca birinde bozup diğerleri kalsın olmaz, hepsinde iştirakı savunacaksın mantıkta onu gerektirir Allahu Teâla ben gizli bir haziyneydim bilinmek istedim deyip Alemi ve İnsanı yaratmıştır eğer Alem ve İnsan ebedi olsaydı ( cennet ve cehennem bir Alemdir ) Allahu Teâla ben kendim gibi ezeli yarattım, baki yarattım,  ebedi yarattım derdi. Fakat öyle bir şey yoktur ki böyle dese dahi bu cümleler te’vil edilmek zorundadır çünkü Allaha ait olan bu temel sıfatlardan birisini mahluka verirsen bu şirktir veya mahluklardan birinin sıfatını Allaha verirsen yine şirktir tevhidi bozarsın ama muvahhid değilim diyorsan ona denilecek birşey yoktur onada müşrik denir. Cennet cehennem bir milyon  yıl belki tirilyonlarca yılda sürebilir fakat Allah gibi ebedi, baki olamaz biryerde sona ermesi dolayısıyla ondan önce, Alemden önce var olan Allahın, tekrar alemin yokluğundan sonra baki varlık olarak isbat edilmesi gerekir. Buda amentünün gereğidir. Aklın istediği ile nefsin istediğini birbirinden ayırt etmek gerekir. Nefsin istediği başka bir şey aklın istediği de başka bir şeydir. Gerçek dindar kişinin düşüncesi, Allahı uluhiyetinde o,münferid sıfalarda tefrid etmesi, tevhid etmesidir. Aklın ve gönlün istediğide budur. Tevhidde bunu gerektirir fakat cennet ve cehennemde ebedi kalmak ise nefsin isteğidir.